Modern Ortadoğu tarihi özetleri
Yerkürenin hiçbir yeri başka bir
yer için orta değildir. ilk defa 1850’lerde İngilizlerin Hindistan’daki Sömürge
idaresi tarafından iç yazışmalarında kullanılmakla birlikte; gerçekte bir
kavram olarak literatürde kullanılması Amerikan tarihçi Alfred Mahan
(1840-1914) ile başlamıştır.
Bu bölge insanlık tarihi
açısından ayrı bir öneme haizdir. Tarihte insanların ilk defa bir araya gelerek
guruplar halinde yaşamaya başladıkları, şehirleşmenin yaklaşık dört bin yıl
önce ilk defa ortaya çıktığı coğrafyadır. Üç büyük semavî din olan Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslamiyet’in de doğduğu yerdir.
Tek başına Arap dünyası, dünya
enerji kaynaklarının % 60’tan fazlasına sahip iken bütün İslam dünyası ele
alındığında bu rakam % 75’i geçmektedir.
eskiçağlarda Güney Arabistan’da
Himyeriler büyük bir medeniyet geliştirmelerine rağmen, toparlayıcı bir rol
üstlenemediler.
Himyeri Devleti, Habeşli kabilevî
güçler elinde yıprandı. Sonra da Acemler tarafından ortadan kaldırıldı. Aynı
şekilde Orta Arabistan’da kurulan Kende devleti de yine çevresindeki kabilevî
güçlerin elinde tarih oldu. Kuzey Arabistan’da (Ürdün’de Petra’da) Nebatî
devleti ile Palmira’daki (Suriye) krallığı da uzun sürmedi ve Romalılar
tarafından ortadan kaldırıldı.
Hz. Muhammed’in hayatında iken
yaptığı uygulamalar esasında peygamberlik görevi dışındaki yeni modelin de bir
laboratuarı olmuştu. Gerçekten bütünüyle hayata geçirilişi kendisinden sonraki
dört halife devrinde olacaktır. Bu yüzden de islam tarihçileri, Hz. Muhammed’in
devrine asr-i saadet (mutluluk çağı) dört halife devrine de hulefâ-yi raşidin
(doğru yolun takipçileri halifeler) devri adını vermişlerdir.
Hz. Ali taraftarlığı ile ortaya
çıkan ve İslam’ın, imamı (devlet başkanını) “nas” ile tayin ettiğini iddia eden
siyasi görüş (şia) de birincisi gibi hep marjinal kalacak ve İslam Ümmeti’nin
ötekisini oluşturacaktır.
Muaviye’nin muhalefetinin çıkış
yeri olması hasebi ile devletin merkezini Şam’a taşıyan Emeviler, aslında bu
yeni merkez sayesinde de geniş fetihler yapabildiler.
Emeviler zamanında ulaşılan coğrafya
bu günkü Ortadoğu tanımına giren coğrafyayı içine aldığı da göz önünde
bulundurulmalıdır.
Abbasiler hilafetin dinî yönünü
temsil ederken; Selçuklular dünyevî iktidarı temsil ediyorlardı. Aslında bu
durum geçici bir istikrarı sağlamakla birlikte, Abbasilerde sürekli dünyevî
iktidarı tekrar ele geçirme hevesini de canlı tuttu.
Bağlılarının sayıları az da olsa İran’ın
eski dini olan Zerdüştlük/Zoroastrianizm ve Kuran’da da ismi geçen Sabiilik de
hâlâ varlıklarını sürdürebilmektedir. Din, semavi olsun veya olmasın Ortadoğu
tarihinde daima belirleyici bir rol oynadı.
Siyasî anlayışlarına göre
Müslümanlar dördüncü halife Hz. Ali’den itibaren genel olarak Şiî ve Sünnî
olarak ikiye ayrıldılar.
Ticanilerden El Hac Ömer Batı
Afrika’da Fransızlara karşı mücadele başlatıp Senegal’de bir devlet kurmayı başardı.
Ancak Kadiriler ile de ciddi anlaşmazlıklar yaşadı. Bu gün bu tasavvufi
hareketin Batı ve Kuzey Afrika’da bağlıları bulunmaktadır. Aynı şekilde
Senüsilik de Cezayir, Mısır gibi yerlerde etkili olmakla birlikte Libya’da İtalyanlara
karşı mücadele eden siyasi bir harekete dönüştü. Hareketin son önderi Kral İdris
1951-1969 yılları arasında Libya’yı idare etti. Mehdilik ise İngilizlerin
Sudan’daki varlığına karşı koyan önemli bir siyasi hareket idi ve bu günkü
Sudan’daki bazı siyasi akımlara ilham kaynağı oldu.
Sünnîlik içinde istisna teşkil eden ikinci hareket ise Vehhabiliktir. 18. Yüzyılda Osmanlı topraklarında, Orta Arabistan’da Hanbeli mezhebinin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkan bu hareket, diğer mezheplerin bazı yaklaşımlarını, tasavvufî gurupların ise bütün fikirlerini reddetmektedirler.
Zeydilik Şiiliğin ikinci kolu
olup Sünnîliğe en yakın anlayıştır. Onlar İmamiye’nin aksine Hz. Ali’nin
soyundan gelen sadece ilk dört imamı benimsemekte ve dördüncü imamdan sonra İmamiye
kolundan ayrılmaktadırlar. 9. yüzyılın sonlarında Kuzey Yemen taraflarını
kontrol ederek devletleştiler.
Şiiliğin üçüncü ana kolu İsmailiyedir.
Bunlar da on iki imamın sadece ilk yedisini kabul etmektedirler. Azınlık da
olsalar geniş coğrafyaya yayılan en etkin gurup olmuşlardır. Ortaçağ’da Kuzey
Afrika ve Hindistan’da varlık gösterdiler. İslam tarihinin en radikal gurubu
olarak tanınan Karmatiler ile hem fatih hem de bilim ve sanatta üretici olmuş olan Fatımiler bu koldan gelmektedirler. Karmatiler
Basra Körfezi’nde etkin oldukları gibi; bir ara Kâbe’den Hacerulesved’i çalarak
Hasa’da yeni bir Kâbe kurmaya teşebbüs ettiler.
İstanbul merkezli olduğu kabul edilen
Ortodoksluk, Roma kaynaklı Katolikliliğin yanı sıra Antakya ve İskenderiye Hıristiyanlığını
temsil eden kiliseler hep var olagelmişlerdir. Bu mezhepler inanç ihtilaflarının
dışında Kutsal mekânlar üzerindeki anlaşmazlıklarını da günümüze kadar taşıdılar.
Suriye’deki Yakubiler ile
Nesturiler de bir araya gelerek “Birleşik Kiliseyi” meydana getirdiler.
Nitekim Musevilik de M.Ö 8. Yüzyıldan
itibaren “Yahudilik” olarak anılacak ve bir kavmin dini olacaktır. Sürgünden
sonra Mezopotamya’ya dağılan Yahudiler pek çok yere yerleştiler. Ancak uzun yıllar
sonra eski yurtlarına dönmelerine izin verildi. M.S. 70 li yıllarda Roma
idaresine karşı isyan ettiklerinde tekrar sürüldüler ve bu sefer Avrupa ve
Asya’nın çeşitli bölgelerine dağıldılar
İspanya kökenli Yahudilere
Sefarad, diğer Avrupa Yahudilerine de Aşkenaz adı verildi. Yahudiler 1492’de İspanya’dan
sürgüne tabi tutulduklarında Osmanlı Devleti onlara kapılarını açtı. Filistin
dahil Osmanlı topraklarına göç başladı. Gerek yerli Yahudiler ve gerekse göçmen
olarak gelen Yahudiler hiçbir zaman yerleştikleri yerde çoğunluğu sağlayamadı.
Ancak 19. yüzyılda Rusya başta olmak üzere Yahudilere karşı Avrupa’da başlayan
antisemitik (Yahudi karşıtlığı) davranışlar ve Yahudi fikir adamlarının geliştirdiği
Siyonizm davası (Kudüs civarındaki Sion dağı etrafına dönüp devlet kurmak/vaat
edilmiş kutsal topraklara dönmek) Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırdı.
Özellikle tırmandırılan Sünnî-Şiî
çatışmasında taraflar sadece Araplar ile İran değil, aynı zamanda diğer
Müslüman ülkelerdir. Bu da gelecekte bölgesel barışı tehdit edecek en önemli
sorun olarak görülmektedir.
Faysal, Fransa’nın muhalefetine
rağmen Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na İngiltere’nin özellikle
de T.E. Lawrence’ın desteğiyle katıldı. Kendisi Araplar adına toplantıya
katıldığını belirterek onların bir bütün halinde istiklâlini savunduysa da
sadece Hicaz temsilcisi olarak kabul edildi. Faysal ilk defa burada
kendilerinin İngilizler tarafından kandırıldıklarını anladı. Hatta bu tarihten
sonra Mustafa Kemal ile ilişkiye geçerek işgalcilere karşı birlikte hareket
etmeyi önerdi. Ancak o günkü şartlarda bu mümkün olamadı. Mustafa Kemal, her
işgal bölgesindeki halkın kendi milli mücadelesini tamamlaması gerektiğini,
ardından gerekirse işbirliğinin yapılabileceğini kendisine bildirdi.
İngilizler yaptırdığı gizli ve
açık araştırmalar neticesinde Kuzey Irak’ta yoğun petrol olduğunu keşfetti. Bu
yeni keşif İngiltere’nin ve birçok Avrupalı sermayedarın İştahını kabarttı. II. Abdülhamid’in sürdürdüğü denge politikaları ve özellikle 1890lardan sonra Almanya ile kurulan yakın İlişkiler ve Bağdat demiryolu projesi ile bölgenin uluslararası rekabete açılması, İngiltere’yi geçici de olsa durdurulabildi. Ayrıca Musul civarındaki petrol ve kömür madeni işletme hakkının Hazine-i Hassa uhdesine alınarak, en azından Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar İngilizlerin peşinde olduğu imtiyazların önüne geçildi.
yeni keşif İngiltere’nin ve birçok Avrupalı sermayedarın İştahını kabarttı. II. Abdülhamid’in sürdürdüğü denge politikaları ve özellikle 1890lardan sonra Almanya ile kurulan yakın İlişkiler ve Bağdat demiryolu projesi ile bölgenin uluslararası rekabete açılması, İngiltere’yi geçici de olsa durdurulabildi. Ayrıca Musul civarındaki petrol ve kömür madeni işletme hakkının Hazine-i Hassa uhdesine alınarak, en azından Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar İngilizlerin peşinde olduğu imtiyazların önüne geçildi.
İngilizler Şerif Hüseyin’e önce
Büyük Arap Krallığı kurdurma sözü vererek Osmanlı’ya karşı gelmesini
sağladılar. Ancak savaş sonunda bu sözlerinden vazgeçerek O’nu sadece Hicaz
Kralı olarak tanımışlardı.
Buna rağmen doğudan gelen Vehhabî tehlikesine karşı da O’nu hiç bir şekilde korumayarak İbn Suud’un Hicaz’a hakim olmasını adeta sessizlikle karşıladılar. Bu yeni durum karşısında gerek kendi itibarlarını korumak ve gerekse İbn Suud’a karşı Şerif Hüseyin’in ailesini kullanarak bölgesel dengeleri sürdürmek isteyen İngilizler; onların idaresindeki Irak’ı, görünüşte bağımsız ancak her türlü iç işlerine müdahale edebilecekleri bir tarzda muhafaza etmeyi menfaatlerine uygun bulmuşlardı.
Buna rağmen doğudan gelen Vehhabî tehlikesine karşı da O’nu hiç bir şekilde korumayarak İbn Suud’un Hicaz’a hakim olmasını adeta sessizlikle karşıladılar. Bu yeni durum karşısında gerek kendi itibarlarını korumak ve gerekse İbn Suud’a karşı Şerif Hüseyin’in ailesini kullanarak bölgesel dengeleri sürdürmek isteyen İngilizler; onların idaresindeki Irak’ı, görünüşte bağımsız ancak her türlü iç işlerine müdahale edebilecekleri bir tarzda muhafaza etmeyi menfaatlerine uygun bulmuşlardı.
İran’da, “Kara Cuma” diye anılan
8 Ekim 1978 günü Amerika dostu Şah’ın sıkıyönetim ilanına karşı
düzenlenen gösterilerin kanlı bir biçimde bastırılması bardağı taşıran son damla oldu. Böylece adeta kendi sonunu da hazırlayan şah, olayların kontrolden çıkması üzerine 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçtı. Şiilerin sürgündeki lideri Ayetullah Humeyni ise 1 şubat’ta Tahran’a geri döndü. Dişer taraştan nerede ise eş zamanlı olarak Temmuz 1979’da Saddam Hüseyin Irak’ta tam yetkiler ile bütün iktidarı kontrol etmeye başladı.
düzenlenen gösterilerin kanlı bir biçimde bastırılması bardağı taşıran son damla oldu. Böylece adeta kendi sonunu da hazırlayan şah, olayların kontrolden çıkması üzerine 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçtı. Şiilerin sürgündeki lideri Ayetullah Humeyni ise 1 şubat’ta Tahran’a geri döndü. Dişer taraştan nerede ise eş zamanlı olarak Temmuz 1979’da Saddam Hüseyin Irak’ta tam yetkiler ile bütün iktidarı kontrol etmeye başladı.
847 yılında Amerikan misyonerlerinin himayesinde Suriye ve
Beyrut’ta Arap Edebiyatçılar Derneği’nin (Cem’iyyet El-Fünûn ve’l-Ulûm)
kurulması ile başlayan Arap entelektüel
milliyetçiliği hareketi, daha çok Hıristiyan Araplar tarafından büyük rağbet
gördü. Yerli gayrimüslim tüccarların ve misyonerlerin finanse ettiği
kolejlerde, bütünleştirici Arap-İslam kültüründen çok, Suriye ve Lübnan’ın
İslam öncesi tarihleri vurgulandı.
Birinci Dünya Savaşı, Suriye
toplumunda üçlü bir bölünme meydana getirdi. Müslümanların büyük bölümü, kendi
inançlarının garantörü olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ni desteklerken,
Hıristiyan ve Yahudi azınlık toplumları bağımsızlık fırsatı olarak gördükleri
bu savaşta Avrupalı güçlerin tarafında durmuş, üçüncü grubu oluşturan ve genellikle bedevilerden oluşan bir kısım Arap isyancıları
ise İngilizlerin desteklediği Şerif Hüseyin öncülüğünde Osmanlı’ya karşı
ayaklanmışlardı. I. Dünya Savaşı koşulları, bölgede İngiliz yönetiminin oldu
bittilerini kolaylaştırmıştı. Londra yönetimi, ittifak kurabileceği herkese
sözler veriyor ve gizli anlaşmalar yapıyordu. Savaş gayretlerini teşvik etmek
için Fransa ve Rusya ile 1916’da Sykes-Picot anlaşması imzalayan İngilizler,
Yahudi sermayesinin desteğini garanti altına almak için de 1917 Balfour
Deklarasyonu ile Siyonist lobilere Filistin’i vaat etti. İngilizler Şerif’e söz
verdikleri Suriye’yi fiiliyatta Fransızlara bırakmış, Filistin bölgesinde de
bir Yahudi milli devletinin kurulması için hazırlıklara daha savaş sırasında
başlamıştı.
18. yüzyılın sonlarında
Musevileri kutsal topraklara yerleştirme düşüncelerini dile getiren Napolyon,
Yahudilerin bu yöndeki umutlarını yeşertti. Öte yandan 1818’de Amerika’da Mordehay
Manual Noah ve 1830’da da Fransız tarihçi Joseph Salvador Siyonizm’den
bahsederek Yahudilere hedef gösterdi; hatta, Salvador bunun için bir kongre
toplanmasını önerdi. İngiltere’de Hollingsworth ve Almanya’da Sosyalist Moses
Hess ile Hahambaşı Hirsch Kalisher de Siyonizm fikirlerine katkıda bulundular.
Bu konudaki ilk adım 1870’de Alliance İsraélite tarafından Yafa yakınlarında
bir ziraat mektebi açılması ve orada “Siyon Sevdalıları” adıyla bir cemiyetin
kurulmasıyla atıldı.
Siyonistler asıl fırsatı Birinci
Dünya Savaşı yıllarında elde ettiler. İktisadî nüfuzları ve ellerindeki basın
aracılığı ile Avrupa kamuoyunu etkilemeyi başaran Yahudiler, 1917 yılında
kendilerine Filistin’de bir Yurt ve Devlet imkânını sağlayacak olan Balfour
Deklarasyonunu ilan ettirmeyi sağladılar.
Lübnan’daki iç savaş, dış güçler
içinde en fazla İsrail’e uygun fırsatlar sunmuştu. 1978’de savaş uçakları
eşliğinde 25 bin askeriyle Lübnan’ı işgal eden (Litani Operasyonu) İsrail, Sur
şehrindeki Filistin mülteci kamplarını yerle bir etmiş ve 1168 kişiyi
öldürmüştür. 2500 evin yerle bir edildiği saldırı sonrasında 285 bin Güney
Lübnanlı Beyrut’un kenar mahallelerine göç etmek zorunda kalmıştır. BM Güvenlik
Konseyi İsrail’in saldırılarını derhal durdurması ve Lübnan topraklarından
çekilmesini öngören 425 sayılı kararı kabul etmiş ve bu karar uyarınca Güney
Lübnan’da on ülkenin askerlerinden müteşekkil 7.000 kişilik BM barış gücü
(UNIFIL)kurulmuştur.
Osmanlı Devleti pek çok iç ve dış
gaileler ile de boğuşmaktaydı. Bu yüzden Vehhabileri ancak Irak ve Suriye
vilayetleri sınırlarında faaliyet göstermeye başladıklarında ciddiye aldı.
Fakat geç kalınmıştı ve onlar nüfuzlarını 19. yüzyılın başında kısa süreli de
olsa Hicaz’a (Mekke-Medine) kadar uzattılar. Mekke ve Medine’yi işgal ederek
öğretilerini orada uygulamaya soktular. Bu durum Osmanlı Devleti’nin aşırı
tepkisine neden oldu. Suudilerin, başka bir deyişle vehhabilerin Hicaz
bölgesine el atmaları Osmanlı Devleti’nin Müslümanlar üzerindeki hilafet
prestijini sarstı. Bu yüzden onları Hicaz’dan çıkartmak için önce Bağdat ve Şam
valileri, ardından da Mısır valiliği
aracılığı ile askeri harekâtlar yaptırdı. Uzun süre uğraşılan bu problem ancak
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın 1818 yılında Necid
içlerine yaptığı askeri sefer neticesinde bertaraf edilebildi. Vehhabilerin
merkezi Dir’iyye tahrip edildi ve o sıradaki emirleri Abdullah b. Suud önce
Kahire’ye ardından da İstanbul’a gönderilerek idam edildi.
İngilizlerin himayesinde kurulmuş
olan Hicaz Haşimi Krallığı topraklarına 1924 yılında yönelen Abdülaziz (İbn
Suud), 1925 yılına kadar sürdürdüğü savaşlar ile İngilizlerin himayesinde
kurulmuş olan Hicaz Haşimi Krallığı topraklarına 1924 yılında yönelen Abdülaziz
(İbn Suud), 1925 yılına kadar sürdürdüğü savaşlar ile
Suudi Arabistan’ı sarsan en ciddi
siyasi guruplar, Kasım 1979’da Kabe Baskınını liderleri Cuheyman bin Muhammed
bin Seyf el Uteybî önderliğinde gerçekleştiren Radikal Redciler ile ABD’nin
Afganistan’da savaşmak üzere organize ettiği savaşçıların sonradan
oluşturdukları El Kaide’dir. Kâbe’yi silahla basarak iki hafta ellerinde tutan
Cuheyman ve adamları ancak Fransızlardan alınan yardım ile Kâbe’den
çıkarılabildi.
Yemen, Suudi Arabistan ile Uman
arasında 527. 968 kilometre karelik orta büyüklükte olan ve Arap Yarımadası’nın
güneybatısında yer alan bir ülkedir. Arap Yarımadası’nda en eski uygarlıkların
yeşerdi¤i verimli bir co¤rafya oldu¤u için tarihte bu bölgeye “Mutlu Yemen”
ismi verilmiştir.
İslam tarihçilerine göre Yemen,
Arapların atası sayılan Hûd peygamberin oğlu Kahtan dönemine kadar inmektedir.
Bu yüzden Yemen Arapları ve oradan Arap Yarımadası’na göçenler Kahtanîler
olarak bilinmektedir. Nitekim eski çağlarda bu coğrafyada Ma’in, Sebe ve Himyeri
devletleri kuruldu. Son iki devlet Kur’an’da da zikredildiği gibi bugün onlara
ait pek çok maddi kalıntılar da bulunmaktadır.
İslam, Yemen’de erken dönemde,
Hz. Muhammed’in zamanında yayılmış ve ardından M.S. 630 yılında Sasanilerin
devri biterek bölge tamamen Müslümanların eline geçmiştir.
Zeydîlik Şii mezhebinin üç
kolundan birisidir. Şiiler Hz. Ali’den sonra gelen imamların sayısında ihtilafa
düşmüşlerdir. Bunlardan on iki imamı benimseyenlere İmamiye (İsna aşeriye),
yedi imamı benimseyenlere ise İsmailiye denilmektedir.
Zeydiler dördüncü imamdan sonra
(Ali, Hasan, Hüseyin ve Ali) imametin Zeyd’e geçtiğini iddia ederek, diğer Şii
guruplardan farklılaşmışlardır. Zeydîlik de birçok mezhep gibi Irak (Kufe)’ta
ortaya çıkmıştır fakat Yemen bu mezhebin yayılması için uygun bir coğrafya
olmuştur. Nitekim 911 yılında İmam Hadî Yahya b. Hüseyin Yemen taraflarına
giderek, kabileler arasında Zeydîliği yaymıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder